Hint-Avrupa dil ailesine mensup olduklarından dolayı genel kabul Avrupa kökenli bir topluluk olmalarıdır. 1930'larda Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde ortaya atılan Türk Tarih Tezi'ne göreyse bir Türk medeniyetiydi.[2] Bilimsel çevrelerde ise Türk Tarih Tezi, romantik ve milliyetçi yönlerinin olduğu savlarıyla eleştirilmiştir.[3] Bunun dışında, Türkiye Türklerinin kökeninin Orta Asya'ya dayandığı bilgisine karşın, son yapılan genetik araştırmalar Anadolu Türklerinin büyük bir kısmının köklerinin Orta Asya'ya dayanmadığını göstermektedir. Bu da bugün Türkiye Türklerinin, Hititler gibi Anadolu medeniyetlerini sahiplenmesine önayak olmuştur.[4][5] Tarihçi ve araştırmacı Sinan Meydan, Batının 19. yüzyıldaki kazı çalışmalarından sonra Hititler gibi medeniyetleri Avrupa kökenli kabul edip sahiplendiğini ve Hititlerin Türk olduğu tezinin Batı merkezli tarihe karşı bir başkaldırış olduğunu belirtmiştir..[6] Tarihçi Doç. Dr. Tufan Gündüz ise Hititlerin Türklerle alakası olmadığını ve buharlaşmış bir kavim olduğunu söylemiştir.[7]
Anadolu Yarımadası'nın bugün için bilinen en eski adı Hattuşaş Ülkesi idi ve bu topraklar 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak bilindi.[8] Bu ad o kadar yerleşmişti ki Anadolu'yu istila eden Hititler bile yeni yurtlarından söz ederken Hatti Ülkesi deyimini kullanmışlardır. Oysa sonradan yine tabletlerden öğrenildiğine göre, söz konusu Hind-Avrupalı halk kendini Nesice konuşan Nesililer olarak anıyordu.[9] Ancak Hitit biçimindeki adlandırma, Eskiçağ tarihi çevrelerinde yayıldığı için onu değiştirmek güç olurdu. Zaten filologlar söz konusu Hind-Avrupalı kavim için Hatti sözcüğünü olduğu gibi almayıp, onun Ahd-i Atik'de zikredilen "Heth" ve "Hittim" şeklinden esinlenerek Almanca Die Hethiter, İngilizce The Hittites, Fransızca Les Hittites ve İtalyanca Gli Ittiti deyimlerini üretmişlerdir. Türkçe'de ise önceleri Eti sözcüğü kullanıldı, şimdi ise Hitit deyimi yerleşmiştir[10].
Anadolu'ya geliş yönleri arasında, Kafkasya üzerinden, Çanakkale Boğazı'ndan ya da Karadeniz'den olmalıdır. En genel kabul gören görüş, Kafkasya üzerinden Anadolu'ya indikleri yönündedir. Tarihteki ilk kralları Kuşşara kralı LeonUgur'dır. İlk yerleşim yerleri ise Hattuşaş'dır. Pithana'nın oğlu Anitta zamanında başkentleri Neşa (Kaniş-Kültepe) olmuştur. Anitta, Hitit krallığının başkenti olan Hattuşaş'ı (Boğazköy), çok büyük hazineleri olduğunu tahmin ederek kuşatmış fakat şehirde herhangi bir şey bulamayınca kızarak şehri tamamen yakıp yıkmış ve ünlü lanetini savurmuştur: “Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuşaş’ı yeniden iskan ederse gökyüzünün (Fırtına Tanrısı’nın) laneti üzerinde olsun." Daha sonra Anitta'nın soyundan gelen torunu Hattuşaş'ı bu kez Hitit krallığının başkenti yapacak ve kendisine de "Hattuşili" adını verecektir. Hattuşaş Antik Kalıntıları bugün UNESCO'nun Dünya Kültür Mirasları listesinde yer almaktadır. Hititler yerli halkın ekonomik ve kültürel etkilerinden etkilenerek dil ve dinlerini benimsemiş ve ırklarını Hatti ırkının içinde eritmişlerdir.
Hititler, Asurluların Anadolu’ dan çıkmak zorunda kalmasıyla devlet idaresini ellerine almışlardır. Anadolu’nun yerli halkıyla kaynaşıp Hitit Devleti’ni kurmuşlardır. Bu devletin kurucusu Labarna‘dır. Başkenti ise Hattuşaş’ dır. (Boğazköy). Hitit tarihi MÖ 1650 - MÖ 1450 Eski Krallık Devri ve MÖ 1450 - MÖ 1200 İmparatorluk Devri olmak üzere iki safhada incelenir. Hitit Devleti'nin kuruluşundan itibaren, sanattaki Mezopotamya'lı unsurlar kaybolarak, Anadolu'nun yerli sanatıyla birleşmiştir. Sanatta, boyutları büyümüş anıtsal eserler ortaya çıkmıştır. Mabetler, saraylar, sosyal yapılar, kaya kabartmaları ve orthostatlarla (bina cephelerinde alt sırada yer alan kabartmalı taşlar) önceki sanattan ayrılır. Aslında Hattiler'e ait olmasına rağmen Hitit Güneş Kursu olarak anılan törensel nesne, Hititlerin sembolü kabul edilir.
Antik Mısır (Khemet, Egypt), Antik Çağ'daki en büyük medeniyetlerdendir. Kuzeydoğu Afrika'da Nil Nehri'nin denize ulaştığı yarısı çevresinde yayılmış antik bir uygarlıktır. Uygarlığın yayıldığı bölge, bugünkü Mısır toprakları içinde yer almaktadır. MÖ 3.050 yılları civarında kuruluşundan önce, "Aşağı Mısır" (Nil Deltası ve güneyi, şimdiki Kuzey Mısır) ve "Yukarı Mısır" (Teb kenti merkez olmak üzere günümüz Güney Mısır'ı) olarak ikiye ayrılmaktaydı. Uygarlık, MÖ 3.150 [1] dolaylarında ilk firavunun yönetimi altında Aşağı Mısır'ı ve Yukarı Mısır'ı politik olarak birleştirdi. Bu politik birlik, izleyen 3 bin yıl boyunca sürdü. [2]
Yukarı Mısır'ın tarihine değin bulunan en eski bilgiler MÖ 6000'li yılları göstermektedir; ancak kurucusu Tiu'nun doğum tarihi ya da yaşadığı dönem hala sırdır. Aşağı Mısır'a gelince, bilinen kurucusu Ro en ünlü kralı da Akrep Kral filminde de ilham alınan Scorpion of Egypt (Mısır Akrebi), Zekhen'dir. Yukarı Mısır'ı kendi yönetimi altında birleştiren Zekhen'den sonra kral olan Narmer, Delta bataklıklarına doğru yayılmayı sürdürmüştür.
Narmer'in kuzey Mısır'daki; Wazner'in güney Mısırdaki egemenliği sonrasında; Hor-Aha (ya da Menes olarak bilinir) birleşik Mısır İmparatorluğu'nun ilk firavunuydu.
Antik Mısır tarihinde, arada Orta Krallık olarak adlandırılan görece istikrarsız dönemlerin yaşandığı bir dizi istikrarlı krallık dönemleri yer almaktadır. Antik Mısır, Yeni Krallık döneminde en gelişkin düzeyine ulaştı. Ardından, ağır seyreden bir gerileme dönemine girdi.
Eski Mısır uygarlığının başarısı, kısmen Nil Vadisi'nin koşullarına uyum sağlamakta gösterdiği beceriden gelmektedir. Taşkınların öngörülmesi ve verimli vadinin kontrollü sulanması, toplumsal ve kültürel gelişmeyi besleyen ürün fazlasının üretilmesini sağlamıştır. Ürün fazlasının kullanılmasıyla siyasi otorite, Nil vadisi ve onun civarındaki çöl arazisindeki madenleri işletmek, özgün bir yazı sistemini erken evrelerde geliştirmek, karmaşık inşaa ve tarım projelerini hayata geçirmek, dış dünya ile ticareti geliştirmek ve yabancı istilacıları uzak tutmaya ve Mısır üstünlüğünü kabul ettirmeye yönelik bir askeri yapılanışı sağlamak için gerekli kaynakları sağlamıştır. Bu yöndeki faaliyetleri harekete geçiren ve planlayıp örgütleyen, seçkin yazmanlardan oluşan bir bürokrasi, dini liderler, bir Firavun'un denetimi altındaki yöneticiler topluluğuydu. Bu unsurlar, aynı hedeflere yönelik olarak yönlendirildi ve bölgede yerleşik insanları, ayrıntılı düzenlenmiş bir dini inançlar sistemi çerçevesinde bir araya getirdi. [3][4]